Atatürk’ü doğru anlamak açısından Atatürk dönemi ve sonrası misyonerlik

Misyonerlik konusunda Mustafa Kemal Atatürk'ün ne kadar duyarlı olduğunu biliyoruz. Misyonerliğin ise yedi başlı ejderha olduğunu. Heydat ki, Atatürk'ten hemen sonra bu hassasiyet de ters yüz edilmiştir.

Misyoner okulları Kurtuluş Savaşı’na karşı emperyalist işgalci ülkelerin savaş aygıtı konumundadır. Atatürk bütün bunlardan gafil değildir. Milli Mücadeleyi örgütleyen Atatürk bir yandan da yabancıların yurdun dört bir tarafında yürüttüğü misyonerlik faaliyetlerini tespit için çalışıyordu.

Bakın Amerikalılar Merzifon Amerikan Koleji’ne Amerikan malı silahlar getirmiş, Rum gençlerini örgütlemiş, okulda ayrılıkçı kulüpler kurmuşlardı.

Atatürk’ün misyonerliğe karşı tavrı nettir, büyük bir soruşturma başlatılır ve okul kapatılır.

Yetmedi işgal yıllarında Amerikan Yakındoğu Heyeti’nin yetimhane, çiftlik ve okul açmak için izin istemesine karşı aldığı tutuma bir bakar mısınız?

Atatürk, 3 Ocak 1921′de İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği yazıda şöyle diyor: “Amerikalılar tarafından numune çiftliği vesaire müesseseler husule getirilip buralarda kendi tebaamızdan olan binlerce çocuğun Türk hükümeti ve milletine karşı dostane olmayan ve sadıkane olmayan hissiyatla donanmış olarak yetişmelerine müsaade edemeyiz.” ve gereken tedbirler alınıyor.

Gelelim Atatürk sonrasına…

Atatürk’ten sonra gelen siyasiler misyonerlik konusunda maalesef gereken ciddiyeti ortaya koyamadılar. Bırakın misyonerlik faaliyetlerine engel olmayı, yeri geldiğinde devlet imkânlarını da misyonerler adına seferber ettiler.

Bir iki örnek vermek istiyorum.

Bakın İmar kanununda değişiklik yaptılar. Cami kelimesini kaldırdılar ibadet yeri ifadesini getirdiler. Bunun üzerine o bölgede hristiyan olsun veya olmasın tam 40 bin kilise evi açtılar.

Güncel olması açısından şunun da altını çizmek istiyorum. Dinlerarası Diyalog çalışmaları bir misyonerlik faaliyetidir.

Maalesef hükümet tarafından bakanları kurulu kararı ile bütün devlet imkânları seferber edilerek devletin ve milletin bütün hücrelerine bu mikrobun girmesi için en hafif ifade ile gaflet ve dalâlet  ortaya konmuştur. Bu faaliyetlerin fiili temsilciliğini de Fetö ve avenesi yapmıştır. Siyasi iktidar bu konuda ne istediler de vermedik diyecek kadar destek vermiştir.

Sonuç maalesef milletimiz ve devletimiz açısından acı ve gözyaşına sebep olmuştur. Ülkemizde bir darbe girişiminde bulunulmuştur.

İşin bir başka acı tarafı darbeyi yapan zihniyet göz ardı edilmiş sadece şahıslara yönelik operasyonlar başlatılmıştır. Oysa şahıslar geçicidir, kalıcı olan tehdit ve tehlike düşüncelerdir, zihniyetlerdir. Bu darbenin arkasındaki, önündeki hatta özündeki Dinlerarası Diyalog çalışmaları görmezden gelinmiş hatta devlet imkânları ile hala desteklenmektedir.

İlk günden itibaren bu misyonerlik çalışmalarına karşı duran, bu uğurda her türlü bedeli ödeyen sn. Prof. Dr. Haydar Baş hocamız ve kadrosu olmuştur.

Attila İlhan, yapılması gerekenin içinde yaşadığı yüzyılı anlayıp, geçmiş ve gelecekle olan bağını kurabilmek olduğunu ifade etmektedir. Kurduğu bu bağ ile kendi fikrî sentezini oluşturmalı ve bu sentezle halka ışık tutmalı, halkı aydınlatıp yeni ufuklar açabilmelidir.

İşte bu lider profili içinde bulunduğumuz karanlık günlerden de kurtulmamıza vesile olacaktır.

Attila ilhan, Muharrem Bayraktar ve Selim Kotil’le yaptığı sohbette ise “Ulusal duruşun merkezine Haydar hoca oturacaktır” tespitinde bulunur. Bu söz millete verilen bir mesaj niteliğindedir.

Ne kadar engellenirse engellensin yalancıların mumu yatsıya kadar yanacaktır ve su akıp kendi yolunu bulacaktır. Atatürk’ü, Attila İlhan’ı gizlemek kastıyla ne kadar iftira atarlarsa

Atsınlar; Haydar hoca eliyle, Hak yerini bulmuştur.

Haydar hocayı da ne kadar gizlemeye çalışırlarsa çalışsınlar, akan su devlet nezdinde de millet nezdinde de yolunu bulmaktadır. Yaşanan hadiseler onun haklı olduğunu ispatlamaktadır. Gelin geç kalmadan hep birlikte Hak ile olalım Haydar Baş ile olalım.