PKK ve Yeni Süreçte Jeopolitik Dengeler: Sevr mi, Lozan mı ?

PKK ve Yeni Süreçte Jeopolitik Dengeler: Sevr mi, Lozan mı ?

PKK ve Yeni Süreçte Jeopolitik Dengeler: Sevr mi, Lozan mı ?

2025 yılı, Türkiye’nin hem iç politikası hem de tarihî hafızası açısından kritik gelişmelere sahne oldu. Yüzyıllık Lozan Antlaşması ve PKK'nin fesih kararı, siyasi tartışmaların odağına yerleşti. PKK, 5-7 Mayıs 2025’te düzenlediği 12. Olağanüstü Kongresi’nde önemli bir karar aldı: Örgütsel yapısını feshettiğini ve silahlı mücadeleyi sonlandırdığını duyurdu. Kararın Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla alındığı, sürecin de yine onun tarafından yürütüleceği açıklandı. Sonuç bildirgesinde verilen mesajlara dikkat etmek gerekir. Üzerinde çokça konuşulacak olan bu bildirgenin bir iki ana mesajını değerlendirelim.

PKK Feshedildi Ama Hedeflerinden Vazgeçmediler

PKK, kongre bildirgesinde kuruluş amacını ‘Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’ndan kaynaklanan Kürt inkârına karşı bir halk özgürlük hareketi’ olarak tanımlıyor. Örgütün karşı çıktığı iki temel metin açık: Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgesi olan Lozan ve “Türk” kimliğini tüm vatandaşlar için tek ve ortak statü olarak belirleyen 1924 anayasasıdır.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi eski Başkanı Mesud Barzani, Lozan Antlaşması’nın 100. yılı vesilesiyle düzenlenen Lozan kentindeki konferansa gönderdiği mesajda dikkat çekici bir değerlendirmede bulunmuştu. Barzani, 1920 yılında imzalanan Sevr Antlaşması’nın Kürtlere, her millet gibi bağımsızlık hakkından faydalanma imkânı tanıdığını hatırlattı. Ancak ona göre, üç yıl sonra imzalanan Lozan Antlaşması bu umudu söndürdü. Kürt halkına yönelik beklentiler, Lozan’da getirilen kısıtlamalarla ortadan kaldırıldı, demektedir.

PKK’nin silahsızlanma kararı yeni bir mücadele yöntemine geçiş anlamı taşıyor. Özetle:

PKK silahı bırakıyor ama hedeflerinden vazgeçmiyor.

Dağdan iniyor ama toplum içinde örgütlenmeyi hedefliyor.

Devletle savaşı bitiriyor ama devleti dönüştürme iddiasını sürdürüyor.

Sevr mi Lozan mı? Tarihî Hesaplaşmanın Temelleri

Sevr Antlaşması, Osmanlı Devleti’ni fiilen sona erdiren ve Anadolu’yu emperyalist devletler arasında paylaşmayı hedefleyen bir belgeydi. Padişah ve halife Vahdettin başkanlığında Yıldız sarayında toplanan saltanat şurasında, Sevr antlaşmanın imzalanması konusunda fikir birliği sağlanmıştır. Antlaşmayı Osmanlı’yı temsilen Sadrazam Damat Ferit Paşa hükümetinin görevlendirdiği delegeler imzalamıştır. Ancak Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Sevr’i kabul etmediği gibi verilen Milli Mücadele ile Sevr’i yırtıp atmış yerine Lozan antlaşmasını ikame etmiştir. Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği uluslararası düzeyde tanınmıştır. Lozan imzalanmasaydı ve Sevr uygulanmış olsaydı, Türkiye tam bağımsızlığını kazanamayacak, kapitülasyonlar derinleşerek devam edecek, boğazlar yabancı denetime açılacak ve Anadolu’nun doğusu, bir Kürt ya da Ermeni devleti olasılığıyla bölünecekti.

İslamcı Perspektif: Kadir Mısıroğlu’nun İzinde

Hükümetin PKK’nin silahsızlanma sürecine verdiği desteğin arka planında, Kadir Mısıroğlu gibi isimlerle kurulan ideolojik bağların etkisi olduğu görülüyor. Mısıroğlu, “Lozan Bir Zafer mi, Hezimet mi?” adlı eserinde, Lozan’ı yalnızca bir diplomatik belge değil, aynı zamanda İslamcılıkla ulus-devlet arasında yaşanan ideolojik bir çatışmanın simgesi olarak değerlendirir. Bu bakış açısından bakıldığında Lozan’a “hezimet” demek, modernleşme sürecinin tamamına karşı çıkmak anlamına gelir. Lozan’ı hezimet olarak görenler, bugün o sistemin sunduğu güçten vazgeçmiyor. Bu da ideolojik değil, siyasi pragmatizmin doğal bir sonucudur. Oysa Lozan Antlaşması, bir “İslam imparatorluğunun çöküş belgesi” değil, tam aksine İslam coğrafyasının kalbi olan Anadolu’yu emperyalist işgalden kurtaran diplomatik bir zaferdir. Mısıroğlu’nun ileri sürdüğü gibi hilafet Lozan'la yıkılmamış, zaten işgal altındaki İstanbul'da işlevsiz hale gelmişti. İngiliz kontrolündeki halifelik, dini değil siyasi bir esaretin aracına dönüşmüştü. Milli Mücadele, Anadolu halkının dini ve milli değerleriyle örgütlenmiş, Şeyhülislam’ın fetvasına karşı 153 müftünün imzaladığı “Ankara Fetvası”yla İslamî meşruiyetini göstermiştir. Lozan'da İslam’a veya hilafete dair hiçbir gizli ya da açık hüküm yoktur. Bu iddialar tarihî belgeden değil, ideolojik önyargıdan kaynaklanmaktadır. Lozan, ezanların özgürce okunabildiği, camilerin işgalcilerden temizlendiği, Müslümanların dinini baskı altında olmadan yaşayabildiği bir bağımsızlık ortamını sağlamıştır.

Bugün Lozan’a “hezimet” diyenler, aslında geçmişin işbirlikçi çizgisini savunur hale gelir. Oysa Lozan, yalnızca laiklik değil, aynı zamanda İslam toplumunun kendi iradesiyle yaşama hakkını yeniden kazandığı bir hukuk ve hürriyet manifestosudur. Gerçek müslüman, emperyalizmin maşası değil; milletin ve ümmetin özgürlüğünden yana olmaktır. Lozan da bunun adıdır.

Lozan Tartışması Değil, Lozan’ı Anlama Zamanı

Lozan, yalnızca Türkiye'nin sınırlarını çizen bir belge değil; bu topraklarda farklı kimliklerin bir arada, barış içinde yaşayabilmesinin de hukuki zeminidir. 100 yılı aşkın süredir yürürlükte olan bu antlaşma, dünyada hâlen geçerli olan ender diplomatik metinlerden biridir. Lozan sayesinde Anadolu, yeniden işgalin ve parçalanmanın pençesinden kurtulmuş, Türkiye bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Bugün Lozan’ı tartışmaya açmak, tarihten ders almak değil; emperyalist devletlerin hayal ettiği bölünmüş bir Türkiye tablosuna zemin hazırlamaktır. Batılı güçlerin asırlık arzusu Sevr’i yeniden hortlatmak, bu coğrafyayı etnik fay hatları üzerinden yeniden tasarlamaktır. Bu, terörsüz ve güçlü bir Türkiye’nin değil, imparatorluktan miras kalan çok kimlikli yapının çatışmaya sürüklendiği bir sürecin kapısını aralamaktır.

Unutulmamalıdır ki; Sevr, bu millete kelepçeydi. Lozan ise anahtardı. O anahtarla açılan Cumhuriyet kapısını zorlamak, sadece dışarıdaki değil, içerideki hesaplaşmaların da fitilini ateşler. Bu nedenle Lozan’ı savunmak, sadece geçmişi değil; birlikte yaşanacak geleceği de savunmaktır.