ABD Bütçesiyle Ayakta Tutulan Terör

ABD Bütçesiyle Ayakta Tutulan Terör

Türkiye’de son dönemde “Terörsüz Türkiye” başlığı altında yürütülen tartışmaların ağırlık merkezinin İmralı görüşmeleri etrafında şekillendiği açıkça görülmektedir. Kurulan komisyonun gündemi, yapılan açıklamalar ve kamuoyuna servis edilen bilgiler birlikte değerlendirildiğinde, sürecin esasen Abdullah Öcalan üzerinden bir “silah bırakma” beklentisine odaklandığı anlaşılmaktadır. Ancak bu odaklanma, terör meselesini çözmekten ziyade gerçek sorun alanını sürekli olarak perdelemektedir. Çünkü terör meselesinin bugünkü merkezi ne İmralı’dır ne de Türkiye içidir. Terörün fiilî ve stratejik merkezi artık Suriye’nin kuzeyidir. Bu gerçek yalnızca devletin güvenlik raporlarında değil; açık kaynak analizlerinde, saha gözlemlerinde ve bizzat basında yer alan haberlerde de açık biçimde teyit edilmektedir. Buna rağmen ısrarla İmralı eksenli bir tartışma yürütülmesi, sürecin niyetine dair ciddi soru işaretleri doğurmaktadır.

Türkiye’de ve Kandil’de faaliyet gösteren PKK unsurlarının önemli bir kısmının son yıllarda sistematik biçimde Suriye’nin kuzeyine kaydırıldığı artık gizlenmeyen bir gerçektir. Bu geçiş, kamuoyuna sunulduğu gibi bir “fesih”, “geri çekilme” ya da “silah bırakma” süreci değildir. Bu, doğrudan doğruya yeniden konumlanmadır. Örgüt silahı bırakmamış, yalnızca silahını başka bir coğrafyada, başka bir isim altında taşımaya devam etmiştir. Bugün YPG/SDG adıyla anılan yapı, PKK’nın Suriye kolu olmanın çok ötesine geçmiş, örgütün asıl taşıyıcı omurgasına dönüşmüştür. Türkiye içinde baskı altına alınan, Kandil’de manevra alanı daralan PKK kadroları için Suriye’nin kuzeyi hem güvenli bir sığınak hem de yeni bir stratejik merkez hâline gelmiştir. Bu durum yalnızca Türkiye’nin değil, bölgenin tamamının güvenlik mimarisini etkileyen yapısal bir dönüşümdür.

Bu noktada kaçınılmaz bir soru ortaya çıkmaktadır: YPG’nin silahı ABD tarafından finanse edilirken, Suriye’nin kuzeyinde fiilî bir yapı inşa edilmişken, İmralı’da “silah bırakma” çağrısı üzerine yoğunlaşmak neyi değiştirmektedir? Abdullah Öcalan’ın, sahada fiilî bir denetimi bulunmayan bir konumdan YPG’ye “silah bırak” çağrısı yapmasının pratikte bir karşılığı yoktur. Buna rağmen bu başlığın Türk kamuoyunun gündeminde sürekli canlı tutulması, meselenin çözümünden çok algı üretimine hizmet etmektedir. Asıl sorun alanı ötelenmekte, kamuoyu bilinçli biçimde yanlış bir adres etrafında meşgul edilmektedir. Daha açık ifade etmek gerekir: PKK’nın silahı artık Kandil’de değil, Suriye’nin kuzeyindedir. Dolayısıyla çözümün adresi de İmralı değil, bu fiilî alan olmak zorundadır.

YPG’nin silah bırakmasının neden gerçekçi olmadığı yalnızca ideolojik ya da örgütsel saiklerle açıklanamaz. Asıl belirleyici unsur, uluslararası destek mekanizmasıdır. ABD Savunma Bakanlığı’nın 2025 ve 2026 bütçelerinde YPG/SDG’ye ayrılan kaynaklar; maaş, silah, mühimmat, eğitim ve lojistik desteğin artık geçici değil, kurumsal ve sürdürülebilir bir niteliğe büründüğünü göstermektedir. Bu noktada bir parantez açmak gerekir: ABD Savunma Bakanlığı’nın Kongre’ye sunduğu bütçe belgelerine göre, 2025 mali yılında SDG/YPG unsurları için yaklaşık 147 milyon dolar, 2026 mali yılı için ise yaklaşık 130 milyon dolar doğrudan tahsis edilmiştir. Bu bütçe kalemleri; YPG mensuplarına maaş ödemeleri, silah ve mühimmat temini, askerî eğitim, lojistik destek ve saha operasyonlarının finansmanını kapsamaktadır. Ayrılan bu kaynaklar, YPG’nin silahlı varlığının geçici değil, bilinçli ve planlı biçimde sürdürüldüğünü ortaya koymaktadır.

Bu destek, YPG’yi yerel bir güvenlik unsuru olmaktan çıkarmış; ABD’nin sahadaki taşeron gücü hâline getirmiştir. YPG, bu destek sayesinde yalnızca silahlı bir örgüt değil; idari, askerî ve ekonomik unsurları olan yarı-devletçi bir yapı kurmuştur. Böyle bir yapının, kendi varlık sebebi olan silahı bırakması rasyonel değildir. “SDG” adı altında sunulan çok etnisiteli yapı da gerçeği perdeleyen bir vitrinden ibarettir. Kürt unsurlar yapının belirleyici ağırlığını oluşturmaktadır. Arap, Süryani ve diğer unsurlar ise oran olarak sınırlı, daha çok meşruiyet üretme amacıyla yapıya eklemlenmiştir. Komuta zinciri, ideolojik yönelim ve stratejik karar alma süreçleri YPG merkezlidir.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, YPG silah bırakmazsa cevabın silahla verileceği yönündeki açıklaması son derece dikkat çekicidir. Bu ifade, devletin sahadaki fiilî durumu gördüğünün açık bir göstergesidir. Ancak bu tespitin doğal sonucu, mevcut sürecin merkezine yerleştirilmiş olan İmralı söylemiyle çelişmektedir. Eğer YPG silah bırakmayacaksa —ki mevcut koşullarda bırakması mümkün görünmemektedir— İmralı merkezli bir “silah bırakma” beklentisinin stratejik bir karşılığı bulunmamaktadır. Söylem ile sahadaki gerçeklik arasında ciddi bir kopukluk mevcuttur.

Bu noktada asıl soru kaçınılmaz biçimde ortaya çıkmaktadır: Bütün bu süreç neden ısrarla Türkiye’nin gündeminde tutulmaktadır?

DEM Parti raporu dikkatle incelendiğinde, meselenin terörle mücadeleyle sınırlı olmadığı açıkça görülmektedir. Raporun dili ve talepleri; üniter devlet yapısını, milli birlik ve beraberliği, anayasal vatandaşlık anlayışını ve egemenlik kavramını doğrudan tartışmaya açmaktadır. Terör başlığı, bu çerçevede daha geniş bir siyasal dönüşümün taşıyıcı aparatı hâline getirilmektedir. Bu nedenle yapılanlar, terörü bitirmekten ziyade; devleti ve milleti teröre kurban verme riski taşımaktadır. Bu süreçten başta Kürt kardeşlerimiz olmak üzere, Türk milletini oluşturan hiçbir unsurun memnuniyet duyması mümkün değildir. Aksine, yıllardır büyük bedellerle korunmuş olan kardeşlik hukuku zedelenmekte, toplumsal güven duygusu aşınmaktadır. Bütün bu yaşananları, yalnızca iç politik bir tartışma olarak okumak büyük bir yanılgıdır. Süreç, ABD’nin bölgeyi yeniden dizayn etme politikasıyla birlikte ele alınmalıdır. Suriye’nin kuzeyinde inşa edilen yapı, Irak’taki model ve Türkiye’ye yöneltilen siyasal baskılar birbirinden bağımsız değildir. Terör örgütlerinin meşrulaştırıldığı ve “yerel aktör” kimliğiyle yeniden üretildiği bu denklemde, Türkiye’den beklenen şey; kendi devlet yapısını ve millet anlayışını adım adım tartışmaya açmasıdır.