Abraham Antlaşmalarına Direnenler Tasfiye mi Ediliyor ?

Abraham Antlaşmalarına Direnenler Tasfiye mi Ediliyor ?

Abraham Antlaşmalarına Direnenler Tasfiye mi Ediliyor?

Son yirmi yılda Ortadoğu’daki savaşlar ve darbeler, kamuoyuna genellikle ‘demokratikleşme’ ya da ‘terörle mücadele’ başlıklarıyla sunulmuştur. Kamuoyuna insani gerekçelerle sunulan bu müdahalelerin, aslında stratejik hedefleri meşrulaştırma aracı olduğu açıkça görülmektedir. Ortadoğu’da yaşanan savaşlar analiz edildiğinde İsrail’e bölgesel alan açmak olduğu görülecektir. Özellikle Suriye başta olmak üzere birçok ülkede yaşanan yıkım, İsrail’in işgal çemberini genişletmesi, direniş eksenini zayıflatması dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu sürecin en kurumsal ve siyasi ayağını ise Abraham Antlaşmaları oluşturmaktadır.

İbrahim Antlaşmaları, ismini Hz. İbrahim’den almakta ve bu isimlendirme genellikle Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam dinlerinin tarihsel olarak Hz. İbrahim’e atıfta bulundukları varsayımına dayandırılmaktadır. Ancak bu yaklaşım, esasen siyasî bir sembolizm taşır; teolojik bir birlik anlamına gelmez. Zira İslam inancına göre Hz. İbrahim ne Yahudi ne de Hristiyan’dır; o, Allah’a teslim olmuş bir hanif ve Müslümandır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum açıkça ifade edilir: “İbrahim ne Yahudi idi ne de Hristiyan; fakat o, Allah’ı bir tanıyan (Hanif) bir Müslüman idi. Müşriklerden de değildi.” (Âl-i İmrân, 3/67). Bu bağlamda, İbrahim isminin üç dinin ortak inancı gibi sunulması, İslamî inanç açısından eksik ve yanıltıcıdır. Dolayısıyla bu antlaşmaların adlandırması, içeriğinden çok, oluşturulmak istenen algıya hizmet eden bir tercihtir. Bu antlaşmalar, esasında bir “barış” girişimi değil, İsrail’in Arap ülkeleriyle resmi ilişkiler kurmasını sağlayan bir dizi stratejik mutabakat zeminidir. ABD’nin doğrudan arabuluculuğunda yürütülen bu süreç, İsrail ile birçok Arap ülkesi arasında diplomatik ilişkilerin tesisini hedeflemektedir. Bu antlaşmalar, Filistin meselesi çözülmeden İsrail’in Arap dünyasında meşruiyet kazanmasını sağlayan tarihi kırılmalardan biridir.

Peki, bu antlaşmalar kimler tarafından imzalandı ve süreç nasıl ilerledi?

İlk olarak 2020 yılında Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail’i resmen tanıyan ilk Körfez ülkesi olarak Abraham Antlaşması’nı imzalamıştır. Bu adımı kısa süre içinde Bahreyn takip etmiş, İsrail ile diplomatik ilişki kurmuştur. Sudan, 2021 itibariyle normalleşme sürecini başlatmış, Fas ise İsrail ile ilişkilerini yeniden kurmuştur. ABD bu süreçte her ülkeye farklı siyasi teşvikler sunmuştur.

Suudi Arabistan doğrudan antlaşmayı imzalamasa da Riyad yönetimi fiilî olarak sürece destek vermiştir. Umman ve Kuveyt gibi ülkeler ise henüz resmi imzacı olmasalar da diplomatik kanalları açık tutmakta, ihtiyatlı bir yakınlık sergilemektedirler.

Buna karşın, bölgede hâlâ bu sürece karşı direnişi sürdüren devletler ve yapılar vardır. Bu karşı duruş, sadece siyasi değil; tarihî, ideolojik ve jeopolitik temellere dayanmaktadır. İlk ve en güçlü karşı çıkış, Filistin Yönetimi tarafından gelmiştir. Batı Şeria’daki Mahmud Abbas yönetimi, Abraham Antlaşmaları’nı 2002 tarihli Arap Barış Planı’nın ihlali olarak değerlendirmiş ve normalleşme adımlarını “Filistin davasına ihanet” olarak tanımlamıştır. Bu diplomatik çizgiyi, daha radikal bir zeminde Hamas sürdürmektedir. Gazze’deki yönetici grup olarak Hamas, antlaşmaların direniş cephesini zayıflattığını ve Arap ülkelerinin “sırtlarından hançerlediklerini” ifade etmektedir. İran, Abraham Antlaşmaları’nı yalnızca İsrail ile Araplar arasındaki bir ilişki olarak değil; bölgeyi yeniden şekillendirmeye yönelik ABD-İsrail eksenli bir dizayn planı olarak okumaktadır. Lübnan resmi düzeyde bu antlaşmalara taraf olmamıştır ancak ülkenin en güçlü siyasî ve askerî yapılarından biri olan Hizbullah, Abraham Antlaşmaları’na şiddetle karşı çıkmaktadır. Hizbullah, bu sürecin İsrail karşıtı direnişin çözülmesi anlamına geldiğini ifade etmektedir.

Beşar Esad döneminde Suriye, Abraham Antlaşmaları’na kesin bir karşı duruş sergilemiş; bu süreci Filistin davasına ihanet ve İsrail’in işgal politikalarının meşrulaştırılması olarak görmüştür. 2024 sonrası göreve gelen Şaraa yönetimi, ABD’nin antlaşmaya katılım çağrılarına mesafeli yaklaşmaktadır. Bu yönüyle Suriye’nin tutumu, Esad dönemindeki sert karşıtlıktan ziyade ilkesel bir pozisyon olarak değerlendirilebilir. Yemen’deki İran destekli Husiler de Abraham sürecine karşı çıkan yapılar arasındadır. Husiler, özellikle BAE ve Bahreyn’in attığı adımları “siyonist işgale hizmet” olarak nitelendirmekte ve kendi cephelerinden buna karşı koymaktadır.

Bugün geldiğimiz noktada Ortadoğu’daki savaşların büyük bölümü, doğrudan ya da dolaylı olarak İsrail’in güvenliğini sağlama ve bölgedeki düşman cepheleri dağıtma amacına hizmet etmektedir. ABD bu süreçte yalnızca arabulucu değil, doğrudan hamidir. Rejim değişikliklerinden ambargolara, medya manipülasyonlarından askerî müdahalelere kadar pek çok araçla bölgede İsrail’in lehine yeni dengeler kurulmaktadır. Abraham Antlaşmaları, bu projenin diplomatik zeminidir. İsrail ile iş birliği yapan ülkeler ödüllendirilirken, karşı çıkan ülkeler çeşitli şekillerde cezalandırılmaktadır. Suriye’nin bombalanması, İran’a uygulanan ambargolar, Yemen’deki iç savaş ve Lübnan’a yönelik baskılar, bu büyük projenin parçalarıdır.

Bu tablo karşısında Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinin uyanık olması, bağımsız ve ilkeli dış politika yürütmesi hayati önemdedir. Zira yaşananlar artık sadece Filistin sorunu değildir; tüm bölgenin geleceği, direniş kapasitesi ve egemenlik hakları hedef alınmaktadır.

Kaynaklar:

Kur’an-ı Kerim, Âl-i İmrân Suresi, 3/67.

Al Jazeera. Israel strikes near Syria’s presidential palace, 2 May 2025.

The Guardian. Israel to occupy southern Syrian territory permanently, 12 March 2025.

United Nations Security Council. Reports on Middle East peace process, 2024–2025.

BBC Türkçe. İbrahim Anlaşmaları ve Ortadoğu’da yeni dengeler, 15 Aralık 2024.