Arz-ı Mev’ud’un Yeni Cephesi

Arz-ı Mev’ud’un Yeni Cephesi
Arap Baharı süreci, halk hareketlerinden ziyade jeopolitik hesaplaşmaların ve küresel güç mücadelelerinin sahnesi hâline gelmiştir. Bu süreçte Suriye, Amerikan merkezli politik baskılara boyun eğmediği için ciddi bir dış müdahale sürecine maruz kalmıştır. Suriye’deki Beşar Esad yönetimi, Batı'nın ve özellikle ABD’nin rejim değişikliği dayatmasına karşı direnirken, ülke çok boyutlu ve yıkıcı bir iç savaşa sürüklendi. Yıllar süren çatışma ortamı sonrası, ülkede siyasal yapı yeniden şekillenirken, Ahmet Şara liderliğinde yeni bir yönetim iş başına geldi. Ancak bu yönetimin de Batı ile ilişkileri belirli koşullara bağlanmıştı. ABD'nin eski Başkanı Donald Trump ile yapılan görüşmelerde, Suriye’nin İsrail ile normalleşmesi ve özellikle Filistin’in askerî yapılarıyla olan irtibatını koparması açıkça talep edildi. Bu, yalnızca bir diplomatik yönlendirme değil; aynı zamanda bölgesel dengeleri tamamen değiştirmeye yönelik bir stratejiydi.
Filistin ve Gazze'nin en güçlü destekçilerinden biri yıllardır Suriye olmuştur. İsrail'in hedefinde olan direniş cephesinin en önemli halkası da yine bu destekti. Ve dikkat çekici bir şekilde, İsrail fiilen bir kurşun atmadan Şam kapılarına kadar ilerledi. Saha kontrolü, müttefik aktörler ve vekil unsurlar aracılığıyla sağlandı. Bu durum, Ortadoğu’daki savaşların yalnızca tank ve tüfekle değil; diplomatik baskı, psikolojik harp ve vekalet savaşı yöntemleriyle sürdürüldüğünü bir kez daha göstermiştir.
Nihayetinde, İsrail 8 Aralık 2024’te Suriye’nin güneyine yönelik resmî bir kara harekâtı başlattı. Bu operasyon kapsamında İsrail ordusu, Quneitra, Dera ve Suveyda gibi stratejik bölgeleri kontrol altına aldı. Kalıcı askerî üsler kurarak bu bölgelerdeki varlığını tahkim etti. Dahası, 1974 tarihli Birleşmiş Milletler gözetimindeki tampon bölgeyi ihlal ederek fiilî hâkimiyet kurdu. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, bu bölgelerin “tamamen silahsızlandırılması” gerektiğini belirterek, İsrail ordusunun süresiz olarak bölgede kalacağını açıkladı. Bununla da yetinmeyen İsrail, 2025 yılı boyunca Suriye'ye yönelik hava saldırılarını artırmıştır. Özellikle Şam yakınlarındaki hedeflere düzenlenen saldırılar dikkat çekmektedir.
Tüm bu gelişmeleri birlikte değerlendirdiğimizde, Suriye’de yaşanan bu uzun soluklu savaşın en büyük stratejik kazananının İsrail olduğu net biçimde ortaya çıkmaktadır. İsrail'in bu kara harekâtları ve askeri tahkimatı, yalnızca sahadaki dengeleri değil, uluslararası hukuku ve bölgesel güvenliği de derinden sarsmaktadır. Suriye’nin Devlet Başkanı Ahmed el-Şaraa da İsrail’in bu girişimlerini sert biçimde kınamış; İsrail’in derhal işgal ettiği topraklardan çekilmesi çağrısında bulunmuştur.
Ne var ki, uluslararası kamuoyu bu kınamaların ötesine geçememektedir. BM’nin kâğıt üzerinde kalan kararları ve batı ülkelerinin ortaya koyduğu göstermelik diplomasisi, İsrail’in fiilî ilerleyişini durdurmaktan çok uzaktadır. Bu bağlamda küresel sistemin işleyişindeki çifte standartlar bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır. Türkiye gibi bazı ülkelerde ise bu gelişmelere karşı yüksek sesle itirazlar yükselmektedir. Fakat bu sesler, küresel politikayı belirleyen merkezlerde etkili olamamaktadır.
Sonuç olarak İsrail, yalnızca Suriye özelinde değil; Arz-ı Mev’ud sınırları çerçevesinde belirlediği işgal stratejisini kararlılıkla sürdürmektedir. Arz-ı Mev’ud, tarihsel olarak Nil Nehri'nden Fırat’a kadar uzanan bir vaat olarak siyonist literatürde yer almaktadır. Bugün İsrail’in fiilî yayılma stratejileri bu sınırları inşa etmek üzere planlanmıştır. Bu stratejik ilerleyişin arkasındaki en büyük destek ise hiç kuşkusuz Amerika Birleşik Devletleri’dir. Özellikle ABD Başkanı Donald Trump’ın tutumu, İsrail’in bölgedeki agresif politikalarına zımni değil, açık bir onay niteliği taşımaktadır. Amerikan yönetimi, Golan Tepeleri’nin ilhakını tanıyarak bu siyasetin temelini zaten atmıştır. Bugün yaşanan gelişmeler, o politikanın doğal bir uzantısıdır. Washington yönetimi ile eşgüdüm hareket etmek onun bu politikalarına destek anlamına gelmez mi? Ortadoğu’daki dengeler yeniden kurulur ve haritalar fiilen çizilirken, izlenen diplomatik yönelimlerin tarihî ve ahlaki sonuçları da olacaktır. İsrail’in yayılmacı politikalarına karşı gerçek bir direniş, yalnızca silahla değil; net tavırla, ilkesel dış politikayla ve kamuoyu desteğiyle mümkündür. Suriye sahasında olan, sadece bir ülkenin işgali değil, bir bölgenin geleceğinin yeniden tasarlanmasıdır.
Not: Bir sonraki yazıda Arz-ı Mev’ud bağlamında Abraham Antlaşmaları çerçevesinde Körfez ülkelerinin pozisyonları ele alınacaktır.
Kaynaklar: BM raporları (2024-2025), The Guardian (Mart 2025), Al Jazeera (Mayıs 2025), İsrail Savunma Bakanlığı açıklamaları.
İşlemlerimiz

