Avrupa Askerleşiyor, Türkiye Ruhunu Koruyabilecek mi ?

Avrupa yeniden askerleşiyor; Berlin, Atina, Paris savunma bütçelerini artırıyor. Avrupa, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez bu kadar hızlı silahlanıyor. Yani “barış kıtası” denilen Avrupa, artık yeniden bir ordu projesi konuşuyor. Bu, yalnızca Rusya korkusunun değil; ABD’ye bağımlılığı azaltma arayışının sonucudur. SAFE (Stratejik Silah ve Kuvvet Geliştirme) programı ile NATO’dan bağımsız bir Avrupa Ordusu çekirdeği oluşturmayı planlıyor. Türkiye de bu programa katılmak için başvurdu. Ama, Yunanistan, Türkiye’nin katılımını reddetti. Gerekçesi, “Casus belli- savaş nedeni – kararı kalkmadıkça onay vermeyiz.” dedi.
Ege’deki “casus belli” kararı, Türkiye’nin ulusal güvenliğini doğrudan ilgilendiren tarihî bir dönüm noktasıdır. 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dayanarak Yunanistan’ın karasularını 6 milden 12 mile çıkarma hakkını ileri sürmesi üzerine, Türkiye Büyük Millet Meclisi 8 Haziran 1995’te böyle bir adımı “savaş nedeni” (casus belli) sayacağını ilan etti. Çünkü bu genişleme, Ege’nin neredeyse tamamını Yunan karasularına dönüştürerek Türkiye’nin açık deniz erişimini kısıtlayacaktı. Türkiye, Ege’nin coğrafi yapısı gereği “yarı kapalı deniz” statüsünde olduğunu, bu nedenle tek taraflı genişlemenin “hakkaniyet ilkesine” aykırı olduğunu savunuyor. Bugün Yunanistan, AB ve özellikle Fransa’nın desteğiyle bu hakkı uluslararası platformlarda yeniden gündeme taşıyor. Bu tutum, doğrudan “Megali Idea”yı dillendirmese de Ege ve Doğu Akdeniz’deki maksimalist deniz yetki iddialarıyla bu ideanın modern bir versiyonunu hatırlatıyor. Atina, Avrupa’nın siyasi ve askeri kurumlarını arkasına alarak Türkiye’yi diplomatik kuşatma altına almaya çalışıyor; bu da savunma iş birliğini bile siyasî rekabetin aracı hâline getiriyor.
Bugün Yunanistan, Mısır ve İsrail ortak sismik araştırma gemileriyle Kıbrıs’ın güneydoğusunda yeni enerji sahalarında arama faaliyeti yürütüyor. Bu bölgeler, Türkiye’nin 2019’da Libya ile imzaladığı Deniz Yetki Alanları Mutabakatı (MEB) sonrasında Ankara’nın kıta sahanlığıyla kısmen örtüşen sahalar. Yani mesele yalnız enerji aramak değil; Türkiye’nin deniz yetki iddiasını fiilen daraltmak. Ankara bu tabloyu “enerji diplomasisi” kılıfına gizlenmiş jeopolitik kuşatma olarak okuyor.
Kıbrıs adasının tek taraflı ilan ettiği parseller, Türk kıta sahanlığını ihlal etmektedir. Doğu Akdeniz Türk halkının da ortak hakkıdır. KKTC’nin onayı olmadan yürütülen hiçbir arama faaliyeti meşru değildir. Bugün sismik gemiler yalnız doğalgaz değil, bölgesel nüfuz alanı arıyor. Yunanistan ve GKRY’nin amacı, Türkiye’yi Mavi Vatan’da dar bir kıyı şeridine hapsetmek; Mısır ve İsrail’in hesabı ise enerji rotalarını Türkiye’yi dışlayan bir hat üzerinden Avrupa’ya taşımak. Bu tabloya sessiz kalmak, Cumhuriyet’in denizlerdeki egemenlik mirasını terk etmek anlamına gelir.
Avrupa yeniden askerleşirken Türkiye farklı bir eşiğe geliyor. Kıta ülkeleri zorunlu askerliğe dönerken biz, askerliği tamamen profesyonelleştirme yolundayız. Elbette modern ordular uzmanlık ister, ama milletten kopuk bir ordu, ruhunu kaybetme riski taşır. Türk milleti için askerlik sadece meslek değil, karakterin özüdür: mertlik, disiplin, cesaret, dayanışma ve teşkilatlanma bilinci. Askerlik yalnız cephede değil, cephe gerisinde - üretimde, eğitimde, toplumsal dayanışmada da yapılır. Bu bilinci verecek bir askerlik mutlaka zorunlu olmalıdır; asker-millet sıfatımızı kaybetmemeliyiz. Askerlik, silah tutmanın ötesinde vatanı omuzlamak bilincidir ve bu bilinç ulusun güvenliğinin teminatıdır.
İşlemlerimiz

