Bahçeli’nin TRÇ Çıkışı: Strateji mi, PR Hamlesi mi ?

Bahçeli’nin TRÇ Çıkışı: Strateji mi, PR Hamlesi mi ?

Ortadoğu yüzyılı aşkın süredir büyük güçlerin satranç tahtası; taşları sürenler hamlelerini önceden planlıyor, bedelini ise en çok mazlum halklar ödüyor. Gazze’deki insanlık dramı bu satrancın en acı sahnesi. Birleşmiş Milletler’de 14 üyenin “evet” dediği kararların ABD vetosuna takılması, düzenin nasıl kilitlendiğini gösteriyor. Bu tablo karşısında söz kalabalığıyla oyalanmanın anlamı yok; artık beklemeye tahammül kalmadı. Düşen her bomba, geciken her adımı tarihin vicdanında büyütüyor.

Tam bu sırada MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ABD-İsrail’i “şer koalisyonu” olarak niteleyip Türkiye-Rusya-Çin’den oluşacak “TRÇ” ittifakını önerdi. Söylem güçlü; ama unutmayalım, Bahçeli bugün yürütmenin fiilî ortağı kabul edilir. İttifakın bu kanadı böyle konuşurken, hükümetin pratik dosyasında tablo farklı: Ankara her geçen gün söylemde değil ama eylemde Washington çizgisine daha fazla yaklaşıyor. Savunma tedarikinden NATO uyumuna, bölgesel dosyalardaki koordinasyondan ekonomik-finansal kanallara kadar fiilî yakınlaşma artıyor. Bu durumda Bahçeli’nin çıkışı ilkesel kopuştan çok, seçmen tabanını konsolide etmeye dönük bir algı operasyonu izlenimi veriyor. İçeride “sert” sesi MHP’ye, “pragmatik” dili AK Parti’ye bırakılan bir rol paylaşımı… İyi polis-kötü polis. Siyasette bu tür çıkışlar çoğu kez gerçek bir stratejik dönüşten ziyade bir PR hamlesi niteliği taşır. Halkla ilişkiler diliyle yapılan sert çıkışlar, tabanı diri tutmak ve gündemi belirlemek için işlev görür; fakat uygulama dosyaları açıldığında fiilî politikalar farklı bir çizgide ilerler.

Burada asıl sorun, Arap Baharı’ndan bu yana izlenen hattır. 2010 sonrası Türkiye, “demokrasi” başlığı altında ABD eksenli bir pozisyon aldı; pratikte bu hat, bölge devletlerini çözerek İsrail’in güvenli çevresini genişletme stratejisine hizmet etti. Libya’da devlet otoritesi çöktü, Mısır’da dengeler altüst oldu, Suriye iç savaşla parçalandı. “Model ortaklık” söylemi sıcak gelebilirdi ama zeminde bölge haritasını gevşeten her hamle, sınırlarımıza kadar uzanan güvenlik risklerini büyüttü.

Prof. Dr. Haydar Baş hocamız daha ilk günden itiraz bayrağını kaldırmıştı. Komşunun iç işine karışma, kriz devletleri doğurur; devlet çöktüğünde boşluğu radikaller doldurur ikazlarında bulunmuştu. Özellikle Suriye konusunda “Şam düşerse Ankara kaybeder” uyarısı, bugün nefes alan bir gerçekliktir. Türkiye muhalefetin yanında saf tutup Şam’ın iç siyasetine dâhil olmasaydı, tablo farklı olabilirdi: Hizbullah bu ölçekte darbe yemez, İsrail’in manevra alanı bu kadar genişlemez, Gazze bu denli savunmasız kalmazdı. Zincirin halkaları birbirine bağlı: Şam sallandığında Lübnan dengesi sarsılıyor, oradan Filistin cephesine baskı artıyor; sonuçta İsrail-ABD ikilisi satrançta boşta kalan kareleri süratle dolduruyor.

Bahçeli’nin bugünkü çıkışını bu arka planla okuyunca tezat daha belirginleşiyor. Bir yanda “TRÇ ittifakı”na çağrı; öte yanda hükümetin fiilî politikalarıyla Amerikan eksenine doğru adım adım ilerleyiş… Retorik ile eylem arasındaki açıklık, toplumsal psikolojide de yorucu bir dalgalanma üretiyor. Toplum bir gün “sert karşı duruş” dinliyor, ertesi gün sahada “uyum ve koordinasyon” görüyor. Bu salınım, medya başlıklarını beslese de devlet sanatını güçlendirmiyor.

Çözüm, ezber cümleleri çoğaltmak değil; somut ve uygulanabilir bir stratejiye dönmektir. Haydar Baş hocamızın önerisinin esası şudur: Türkiye’nin kendi merkezinde bağımsız bir duruş üretmesi. Bu duruşu beş sacayağı şeklinde açabiliriz.

Birincisi, ilkeli dış politika: Krizleri vekâlet savaşlarının parçası olarak değil, bölgesel denge perspektifiyle yönetmek; komşunun iç işine müdahil olmamak.

İkincisi, Kudüs merkezli bir güvenlik mimarisi: Her Müslüman ülkeden katkı alacak ortak bir caydırıcılık gücü; adı ister “Kudüs odaklı müşterek kuvvet” olsun ister başka, önemli olan kurumsal komuta-kontrol, hukukî meşruiyet ve sürdürülebilir finansmandır.

Üçüncüsü, hukuk ve diplomasi: Uluslararası Ceza Mahkemesi, Uluslararası Adalet Divanı, BM Genel Kurulu gibi zeminde kararlı takip; gerektiğinde hedefli ekonomik-diplomatik yaptırımların çok taraflı kurgulanması.

Dördüncüsü, insani-lojistik hat: Kalıcı ve güvenli koridorlar, sağlık-barınma altyapısı, sivil koruma mekanizmaları; insani gücün siyaseti yönlendirmesi.

Beşincisi, stratejik özerklik: Savunma sanayii, enerji ve finans kanallarında bağımsızlığı büyütmek; böylece dış baskılar karşısında hareket serbestisini genişletmek.

Bu çerçeve, içeride de yeni bir tutarlılık ister. “Terörsüz Türkiye” başlığı, eğer devlet düzenini yumuşatmanın bahanesine dönüşürse ameliyat masasında hasta kalır; o sloganın anlamı, hukukun kesintisiz üstünlüğüyle terörü etkisiz kılmak olmalıdır, devletin dokusunu gevşetmek değil. Cumhuriyet’in kurduğu siyasi mimari, millet iradesini ve ülke bütünlüğünü korumak için tasarlandı; bugün de aynı fonksiyonu görmek zorunda. Burada esas olan ulus devlet kavramını bir defa, hakkıyla ve yerinde zikretmek; geri kalanını adaletin diliyle anlatmaktır.

Atatürk’ün ilke ve inkılapları işte bu yüzden hayatîdir. Egemenliğin kaynağını millete veren anlayış, toplumun bütün fertlerinin eşit yurttaşlık zemininde adil muamele görmesini şart koşar. Ortak dil, ortak kültür, ortak tarih ve aidiyet; bunlar bir arada yaşamanın çimentosudur. Kutuplaştırıcı dilin getirdiği kısa vadeli siyasî kazanç, uzun vadede ortaklığın harcını bozar. Devlet aklı, hak ve adaleti her durumda eşit dağıtmaktan, vatandaşını hakkaniyetle korumaktan geçer.

Bugün bölgede görece huzuru ve iç birliği muhafaza edebilen yegâne ülke Türkiye’dir; bu avantajı korumanın yolu, dışarıda ilkesel, içeride kuşatıcı olmaktır. “Tek bayrak, tek devlet, tek millet” şiarı kuru bir slogan değil, müşterek idealimizin özetidir. Bu ideal; sınırda askerimizin, fabrikada işçimizin, amfide öğrencimizin, tarlada çiftçimizin ortak sözleşmesidir. Birlik duygusu kuvvetlenmeden bölgesel liderlik kurulamaz; bölgesel liderlik olmadan da Gazze gibi yaralara merhem olunamaz.

Artık beklemeye tahammül yok; tarih, gecikenlerin değil, doğru adımı zamanında atanların adını yazıyor.