Cumhuriyetle Hesaplaşma Girişimi

Cumhuriyetle Hesaplaşma Girişimi

Son günlerde Atatürk’ün İslam dinine ve dindarlığa karşı olduğu yönündeki iddialar basın yayında, sosyal medyada ve bazı çevrelerde gündeme getiriliyor. Bu tür iddiaların artmasının hem tarihsel hem siyasal hem de güncel sebepleri vardır.  Türkiye’de laiklik-dindarlık ekseninde yürütülen kutuplaşma, siyasal iktidarın zeminini pekiştirmekte kullanılıyor. Atatürk üzerinden yürütülen “dinsizlik” propagandası, özellikle laikliği savunan kesimlere karşı bir karalama taktiği olarak devreye sokuluyor. Türkiye’de laikliğin anayasadaki yeri bir kez daha gündeme gelirken, Atatürk’ün İslam’a karşı olduğu yönündeki iddialar, laikliği yumuşatmak veya zayıflatmak isteyen kesimler tarafından meşrulaştırıcı araç olarak kullanılabiliyor. 

Bu iddialar gerçek değildir. Tarihsel belgeler, tanıklıklar ve Atatürk’ün kendi sözleri, onun İslam’a karşı değil; din istismarına, hurafeye ve taassuba karşı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Atatürk, dinin özüne, ahlâkına ve toplumsal rolüne saygılıydı. Bu aleyhte propagandanın asıl amacı laik Cumhuriyet fikrini yıkmaktır. Atatürk’ü "din düşmanı" ilan ederek Türk milletinin kurucu lideriyle bağını koparmak ve yeni bir tarih yazımı üretmek hedefleniyor. Böylece ideolojik saflaşma keskinleştiriliyor.

Mustafa Kemal Atatürk hem İslam’a hem de dindar kimliğe saygılı bir liderdir. Hoş Geldin Atatürk adlı eserinde Prof. Dr. Haydar Baş; Atatürk’ün Ehl-i Beyt soyundan geldiğini, namaz kıldığını, dindar bir yaşam sürdüğünü ve özellikle Kurtuluş Savaşı sürecinde birçok din adamından destek aldığını ortaya koymuştur. Ayrıca Atatürk, Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an tefsiri yazdırmış, Türkçe hutbeler okutmuş, cami onarımları yaptırmış, Rifat Börekçi ile Kur’an sohbetleri yapmıştır.

Günümüzde yapılan bir başka girişim ise Vahdettin’i toplum nezdinde temize çıkartma teşebbüsüdür. Bu çabanın arkasında hem siyasal hem ideolojik hem de tarihsel anlatıyı yeniden inşa etme niyeti bulunuyor. Bazı tarihçiler ve medya yorumcuları (örneğin Murat Bardakçı gibi), Vahdettin’i “vatan haini değil, barışçıl bir devlet adamı” olarak sunmaya çalışıyor. “Atatürk’ü Anadolu’ya o gönderdi”, “Vatan kan gölüne dönmesin diye İngilizlere sığındı”, “Kurtuluş Savaşı’na sessiz destek verdi” gibi söylemler öne çıkarılıyor. Popüler dizilerde, köşe yazılarında, TV programlarında Vahdettin imajı yumuşatılıyor, hatta zaman zaman Atatürk’le eşit seviyede gösteriliyor.

Vahdettin, “son padişah ve halife” olarak sunulup “kaybedilen Osmanlı ruhunun temsilcisi” gibi lanse ediliyor. Atatürk’ün laik reformlarına muhalefet eden çevreler, karşı bir tarih anlatısı inşa etmek istiyor. “Atatürk tepeden inmeydi, asıl meşru olan Vahdettin’di.” Halifelik tartışmaları ve siyasal İslamcı düşüncenin güçlenmesiyle birlikte, “dine sadık lider” imajı üzerinden Vahdettin rehabilite ediliyor. Oysa Vahdettin: Mustafa Kemal’in görevini iptal ettirdi (Haziran 1919), Kuvâ-yi Milliye’ye karşı fetva yayınlattı, İngiliz işgal güçlerine sığındı (17 Kasım 1922, İngiliz Kraliyet Donanması'na ait Malaya zırhlısı), TBMM tarafından "hain" ilan edildi. Atatürk Vahdettin hakkında Nutuk’ta “Saltanat ve hilafet makamında oturan Vahdettin şahsını ve tahtını korumak için alçakça tedbirler arıyordu. Milletin değil, düşmanların safında yer aldı” değerlendirmesini yapmaktadır. 

Tarih, duygusal değil, belgelerle anlaşılmalıdır. Atatürk’ü karalamak ve Vahdettin’i aklamak çabası, sadece geçmişi çarpıtmakla kalmaz, geleceği de karartır.