Jeopolitik Satrançta Türkiye'nin Hamlesi

Jeopolitik Satrançta Türkiye'nin Hamlesi

Dünyada bir satranç tahtası kuruldu ve taşlar çoktandır yer değiştiriyor. Oyun klasik değil; artık savaşlar sadece tankla, tüfekle değil; enerjiyle, teknolojiyle, diplomasiyle ve kamuoyunun algısıyla yürütülüyor. İran-İsrail savaşı bu çok katmanlı oyunun en sıcak cephesidir. 
Ama aslında mesele İran ya da İsrail değil. Mesele şu: Bu oyunda Türkiye nerede duruyor?
İran'ın etkili olduğu ülkeler — Suriye, Lübnan, Yemen — birer birer devre dışı bırakıldı. ABD ve İsrail’in uyguladığı kuşatma stratejisi adım adım işliyor. Önce çevreyi sar, sonra merkeze yürü. Şu anda İran merkezde yalnız bırakılmaya çalışılıyor. Ancak unutmamak gerekir: İran kolay lokma değil. Diplomatik geleneği güçlü, teknolojik kapasitesi her geçen gün artıyor, halkıyla olan ideolojik bağını koparmış değil.

Peki Türkiye bu satrançta ne yaptı?
AKP iktidarı döneminde dış politikada izlenen yönelim, uzun süre ABD stratejik ortaklığı adı altında Amerikan projelerine koşulsuz destek şeklinde yaşandı. Bunu sadece diplomatik belgelerde değil, liderlerin sözlerinde de görmek mümkün. Sayın Erdoğan’ın zamanında “Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanıyım” açıklaması, aslında tüm dış politika anlayışının çerçevesini tek cümlede özetliyor.
Peki BOP kimin projesiydi? Elbette ki ABD'nin... Ve bu projenin bölgede eli kolu olan aktör de kuşkusuz İsrail. İsrail’e bakarak ABD’nin ne yapmak istediğini anlamak hiç de zor değil.
Nitekim İsrail savaş uçaklarının Suriye üslerinde ikmal yapabilmesi, Suriye’nin ne kadar kritik bir jeostratejik nokta olduğunu ortaya koyuyor. Oysa biz, bu kritik alanı ABD’nin demokrasi paketlerine terk ettik. Sonuç ne oldu? Suriye parçalandı, Türkiye milyonlarca sığınmacıya kapılarını açmak zorunda kaldı, terör koridoru sınırımıza dayandı. Kazanan kim oldu? ABD ve İsrail.
Bu noktada merhum Prof. Dr. Haydar Baş’ın sözünü hatırlamak gerekiyor: “Türkiye’nin güvenliği Şam’dan başlar.” Bu cümle artık sadece bir görüş değil, sahada teyit edilen bir gerçektir.
Tarih biraz da uyarıları duymakla ilgilidir. Atatürk, İkinci Dünya Savaşı daha patlamadan çevresindeki ülkelerle Sadabat Paktı’nı, Balkan Antantı’nı kurmuştu. Yani güvenliği sadece orduyla değil, komşularla kader birliği yaparak sağlamıştı. Komşularla kavga değil, denge siyaseti gütmüştü. Bugün geldiğimiz noktada aynı stratejik akla her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

Sonuç? Çok net:
Güvenlik sadece içeride değil, çevrede sağlanır. Suriye, Irak, Azerbaycan gibi komşularla yeni dengeler kurulmalı.
Dış politikada merkez Türkiye olmalı. Başkalarının projelerine eş başkanlık değil, kendi milli çıkarımıza göre hamle şart.
Ekonomi güçsüzse, diplomasi eksik kalır. Önce içeride birlik ve kalkınma sağlanmalı.
İttifaklar yeniden düşünülmeli. İran, Rusya, Türk dünyası ve Arap ülkeleriyle çok yönlü ve bağımsız ilişkiler kurulmalı.
Bu satrançta sadece piyon olarak kalmak istemiyorsak, artık oyunu başkasının kurallarına göre oynamayı bırakmalı, kendi merkezimizden strateji üretmeliyiz.
Çünkü bu coğrafyada ya kendi hamleni yaparsın…
Ya da başkalarının hamlesine maruz kalırsın.