KAYNAYAN KAZAN: ORTADOĞU

İnsan Hakları örgütlerinin Esad'ın çok sayıda gizli polis ve muhbir kullandığını; muhalefeti şiddetle bastırarak iktidara devam ettiğini belirtmektedirler . Bu baskıların en barizlerinden bir tanesi 1980 li yıllarda Halep, Hama, Humus ve diğer şehirlerde yapılan toplu katliamlardır. insanlık tarihi için bir utanç vesikası olan bu katliamlarla, on binlerce insan canını kaybetmişti. Neticede her canlının ortak akıbeti olan ölüm, Hafız'a da ulaştı.
Suriye'yi daha iyi değerlendirmek için Ortadoğu'nun çok iyi tanınması gerekir. Ortadoğu son yüzyılda sürekli kaynayan bir kazan. Buna paralel olarak Suriye'de kaynamakta, Irak'ta, ürdün'de nasibi kadar Türkiye'de bu tablodan etkilenmektedir.
Bölgeyi kaynatan unsurun anlaşılması için tarihi bilgilere ihtiyaç vardır. Buradaki temel nükte siyonizmi kavramaktan geçmektedir. Siyonistler, kaynağını kutsal kitapları Tevrat'tan alan arz-ı mevudu elde etmek için, bölgedeki her türlü hadiseyi kontrol etmeğe ve yönlendirmeğe çalışmaktadır. Arzu mevud, Nil'den Fırat'a kadar toprakların ele geçirilmesi anlamına gelmektedir. Siyonist güçlerin kutsal kabul ettikleri topraklara yerleşebilmesi için buraların boşaltılması gerekmekteydi. Hedef belliydi. Yazılan senaryolar adım adım devreye kondu. önceleri taşeron İngiltere idi. Fakat ikinci dünya savaşından sonra dengelerin değişmesi ile birlikte proje Amerika'ya ihale edildi.
O günün şartlarında arzu mevud önündeki en büyük düşman Osmanlı imparatorluğu, en tehlikeli düşünce ise İslam düşüncesiydi. Osmanlıyı içinde barındırdığı etnik unsurlarla bir bütün olarak yaşatan temel unsur din faktörü idi. O halde, hedef olarak din birliğinin ortadan kaldırılması ve etnik ayrımın körüklenmesi gerekmekteydi. Ajan misyonerlerin de katkısıyla gerek İslam'ın inanç sistemi üzerinde tahribat yapılmağa çalışılıyor, gerekse ayrılıkçı akımlar yönlendiriliyor ve destekleniyordu. özellikle Suud'da vehhabilik, ehli sünnet görüşe alternatif bir mezhep olarak siyaseten desteklenmiştir. Milliyetçilik akımları pan-arabizm öne çıkartılmış, Osmanlı aleyhine çalışmalara hız verilmiştir. Halifeliğin arapların hakkı olduğu ifade edilmiş; işbirlikçi liderler ve para zoruyla oluşturulan bedevi Arap orduları ile Osmanlı Ortadoğudan uzaklaştırılmıştır.
Osmanlının uzaklaştırılması ile Ortadoğulunun beklediği ikbal gelmemiş, bilakis huzur tılsımları bozulmuştur. Ortadoğu'daki kaynatılan kazanın ateşi daha çok yakılmağa başlanmıştır. Bu defa Arap liderler de birbirine düşürüldü. öyle bir harita ortaya kondu ki, sanki sınırları cetvelle çizilmiş onlarca devlet. Her devlet kendi içerisinde etnik ve mezhep farkları olan insan topluluklarını barındırmaktadır. O günden bugüne sürekli yapıla gelen ülkelerin yumuşak karınları üzerine politika üretmek. Bu ülkeler çoğu zaman kendi aralarında kavgalıdır (Irak-İran; Irak-Kuveyt...); veya kendi içindeki terör örgütleri ile başı ağrımaktadır (Türkiye'de PKK terör örgütü). Bu gelişmeler ülke sakinlerini de epeyce rahatsız etmektedir. Seyahatlerimizde ne zaman bir Arap vatandaş ile karşılaşsak, gönlünden hasretle çıkan Osmanlı sözüne tanık oluyoruz. “Osmanlı gitti huzur bitti” sözü sık sık şahit olduğumuz sözler.
Bu kazan ne zamana kadar kaynayacaktır. Elbette Arzu mevud gerçekleşinceye kadar. Güneydoğu topraklarımızın da bu alana girdiği düşünüldüğünde olay bir kademe daha ciddiyet kazanmaktadır.Arzu mevud ortadoğulunun olduğu gibi bizim de milli bütünlüğümüzü ilgilendirdiği için elbette dış politika stratejimizin buna göre belirlenmesi gerekmektedir. Ortadoğu'daki ülkeler sürekli diken üzerinde tutularak meşgul edilmektedir. Bu ülkelerde stratejilerini iyi belirleyemezlerse akıbetleri parlak görülmemektedir. Irak'ın ve Lübnanın bölünmesi;Suriye üzerinde bölme faaliyetleri buna örnek olarak gösterilebilir.
Henüz vakit geçmeden Ortadoğu ülkelerinin değişik vesileler ile bir araya gelmesi gerekmektedir. Bu bölge insanının sayılamayacak kadar ortak kültürü ve devletlerinin de karşılıklı çıkarları vardır. Bu işi yapacak ülke ise liderlik tecrübesi olan Türkiye Cumhuriyeti devletidir.
Nil ile Fırat arasında cereyan eden her olaya bakış açısı mutlaka Siyonizm penceresinden de olmalıdır. Aksi halde oyundaki perdelerin sayısı, figüranların çokluğu bizi yanıltabilir.

Faydanılan kaynak eser: Prof. Dr. Haydar BAŞ: Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler