Kürecik’ten İran’a: Radarlar Kimi Gözetliyor ?

Uykunuzun en derin saatlerinde, mesela Gazze'de, Şam’da ya da Tahran’da bir bombanın gelip sizi ve yakınlarınızı katledebileceğini hiç düşündünüz mü? Veya ne zaman, nereden geleceği belli olmayan bir merminin, şarapnel parçasının size isabet edebileceğini? İşte bizim coğrafyamızda, şu anda milyonlarca insan tam da bu korkuyla yaşıyor. Gazze’de çocuklar yorgan altına değil, korkunun altına girerek uyuyor. Suriye’de anneler, çocuklarını göğüsleriyle korumaya çalışıyor. Ve İran’da, bilim insanları sokağa çıkarken son vedalarını içlerinden ediyor.
Ama işin daha acı tarafı şu: Bu insanların üzerine yağan bombalar, bu topraklardan geçen bir veriyle, bir koordinatla, bir radar taramasıyla yönlendiriliyor olabilir.
Evet, yanlış duymadınız.
Malatya Kürecik’teki radar üssü, NATO için kuruldu deniyor.
Ama NATO’nun verisi kimde? ABD’de. ABD bu veriyi kimle paylaşıyor? İsrail’le. Ve İsrail o verileri kim için kullanıyor? İran için, Filistin için…
Sonra ne oluyor?
Bir sabah uyanıyoruz. Bir nükleer bilimci öldürülmüş. Bir konvoy vurulmuş. Bir hastane bombalanmış. Biz de ekran karşısında “kınıyoruz.”
Ama bu “kınama diplomasisi”nin arkasında başka bir tablo var. 2024 yılında Türkiye, İsrail’e ihracatta tarihî rekor kırdı. Gazze’de çocuklar bombalanırken Türkiye’den İsrail’e tonlarca inşaat demiri, gıda, plastik malzeme, kimyasal madde gitti. Kimi kandırıyoruz?
Bir yanda “kardeş Filistin halkı” diyoruz, Öte yanda İsrail’le ticarette rekor kırıyoruz.
Bu ikiyüzlülük sadece dış politikada değil. İçeride de aynı şey yaşanıyor. Yargı, muhalif sesleri bastırmak için sopa gibi kullanılıyor. Ekonomiyle halk susturuluyor. Böyle bir ülke dışarıda ne kadar bağımsız olabilir?
Bazı çevreler ısrarla “Türkiye ile İran rakiptir” algısını yaymaya çalışıyor. Oysa bu, tarihi gerçeklerle örtüşmeyen, jeopolitik akıl yerine dış merkezli ezberleri tekrar eden bir yaklaşımdır. Türkiye ile İran, doğrudan son sıcak savaşını 1821–1823 yılları arasında, Osmanlı İmparatorluğu ile İran’daki Kaçar Hanedanı arasında yaşadı. Bu savaş Erzurum Antlaşması ile sona erdi ve o tarihten bu yana, iki ülke arasında bir daha cephe savaşı yaşanmadı. Yaklaşık 200 yılı aşkın bir süredir, bu iki devlet sıcak çatışmadan uzak durmuş, zaman zaman gerilimler yaşansa da askerî çatışmaya dönüşmeyen bir denge politikası izlemiştir.
Aksine, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk döneminde, 1937 yılında imzalanan Sadabat Paktı ile Türkiye, İran, Irak ve Afganistan ortak bir bölgesel güvenlik ve dostluk antlaşmasına imza atmıştır. Bu pakt, Türkiye’nin komşularıyla barış esasına dayalı dış politikasının açık bir göstergesidir. İran da bu süreçte Türkiye’nin güvenilir ve istikrarlı bir ortağı olmuştur.
Bugün de bakıldığında, İran bizim için ne bir askerî tehdit ne de gerçek bir düşmandır.
Ama dikkat: ABD ve Batı cephesi, Türkiye’yi İran’a karşı kışkırtmakta, İran’ı ise Türkiye’ye karşı mesafeli ve şüpheci tutmaya çalışmaktadır. Çünkü bu iki ülke arasında kurulacak gerçek bir ittifak, bölgesel denklemleri alt üst eder. Batı'nın Ortadoğu'daki etkinliği sorgulanır hâle gelir.
Gerçek şu ki; İran’la dost gibi yaşamayı başardık, ABD ile stratejik ortak olduk ama sürekli baskı altında kaldık. Sözde müttefik ABD, bir elimizi sıkarken diğer elimizi zayıflatıyor.
İran’a karşı gözümüzü radarlarla açtırırken, kendi egemenliğimizi adım adım teslim alıyor.
Haydar Baş hocamız yıllar önce uyardı: “Türkiye ile İran’ı çatıştırmak istiyorlar” Ekonomist, siyasetçi, stratejist ve milli duruşun savunucusu olarak Haydar Baş, yıllar önce bu tuzağı işaret etmişti. Bu iki ülke birlikte hareket ederse, BOP çökecektir. Ama biz hâlâ Batı’nın çizdiği sınırları konuşuyoruz.
Kürecik’i tartışamıyoruz.
İncirlik’i sorgulayamıyoruz.
Peki sormazlar mı?
Siz bağımsız bir devletseniz, topraklarınızdan size düşman bir ülkenin istihbaratına veri neden aktarıyorsunuz?
Ama artık görmek zorunda olduğumuz şey şu:
Bölge dışı güçlerle dost görünürken, komşularımızla düşmanlaşıyoruz.
Yarın bir sabah, İran’la sıcak çatışmaya girersek, Kimse çıkıp da “nasıl bu noktaya geldik” demesin.
Biz bu noktaya, “radar kimden yana?” sorusunu hiç sormadan geldik.
Biz bu noktaya, ticareti sürdürüp, vicdanı susturarak geldik.
Ve biz bu noktaya, Haydar Baş hocamızın uyarılarına kulağımızı tıkayarak geldik.
Son söz şu olsun:
Ya gerçekten tarafsız ve bağımsız olacağız… Ya da kendi sonumuza seyirci kalacağız.
İşlemlerimiz

