Milletin Değil, İktidarın Anayasası

Milletin Değil, İktidarın Anayasası

Bugün Türkiye’nin öncelikli ihtiyacı yeni bir anayasa değil; mevcut anayasanın bile işletilmediği bir düzende hukukun üstünlüğünü yeniden tesis etmektir. Halkın gündemi anayasa değişikliği değil, insanca yaşama hakkıdır. Eğer anayasa yeniden konuşulacaksa, bu halkın iradesiyle, halkın katılımıyla ve halkın gerçek sorunları göz önüne alınarak yapılmalıdır. Aksi halde bu süreç, iktidarın meşruiyetini yeniden inşa etme arayışından öteye gitmeyecektir.
 
Kamuoyunda yoğun şekilde konuşulan anayasa değişikliği meselesi, halkın gerçek gündemiyle örtüşmüyor. Televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde, siyasi kürsülerde gece gündüz bu konu işleniyor. Oysa soralım: Bugün milletin anayasa ile ilgili bir derdi mi var? Böyle bir beklentisi mi var? Hayır. Halkın gündemi bambaşka. Biraz dışarı çıkın; çarşıya, pazara, alışveriş merkezlerine gidin. Kurban Bayramı sürecinde kurbanlık pazarları gördük, ucuz ürünlerin satıldığı halk pazarlarında bile insanlar fiyatlara sadece uzaktan bakıyor, elleri ceplerine gitmiyor. Çünkü vatandaşın asıl derdi geçim. Çünkü insanımız ibadetini rahatça yapabilmek, evladına eğitim sunabilmek, sağlıklı beslenebilmek istiyor. Fakat doğuştan sahip olduğu bu haklara ulaşamıyor. Üstelik bunu dile getirecek ortam da bulamıyor; çünkü bir korku iklimi içinde yaşıyor.
 
İşte bu tabloya rağmen ülke siyasetinde anayasa sürekli gündemde tutuluyor. Peki niçin? Gerçekten bir ihtiyaç mı var? Anayasa değişirse ülkenin hangi temel meselesi çözülecek? Yok böyle bir şey. O zaman sorulması gereken şudur: Acaba bu anayasa tartışmaları milletin değil, iktidarın ihtiyacı mı? Sipariş bir gündemle mi karşı karşıyayız? Dahası, bu tartışmalar, iktidarın elindeki bazı sorunları örtmek ya da dikkatleri başka yöne çekmek için kullandığı bir manevra mı? Bu sorular akla geliyor. Çünkü milletin gerçek talepleri ne yazık ki gündemde yok. Bir de PKK meselesi var. Deniliyor ki, PKK silah bırakacak. Zaten ellerinde silah kalmadığını hükümetin kendisi söyledi. Peki şimdi neyin pazarlığı yapılıyor? PKK silah bırakacaksa, bunun karşılığında anayasa mı değiştirilecek? Bu iki konu arasında bir organik bağ mı kuruluyor? 
 
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bu süreçte en güçlü destekçilerden biri. Yıllardır “darbe anayasasından kurtulmalıyız” söylemiyle anayasa değişikliğine zemin hazırlıyor. Ancak Bahçeli’nin bu ısrarlı çıkışı, toplumsal ihtiyaçtan çok, siyasi hesaplara hizmet ediyor. Kaldı ki, kamuoyuna sunulan net bir içerik yok. Özellikle anayasanın ilk üç maddesine yönelik ima düzeyindeki açıklamalar, kamu vicdanında haklı olarak soru işaretleri doğuruyor. Ne değiştirilmek isteniyor, yerine ne konulacak? Bahçeli bu sorulara cevap vermiyor, ama anayasa masasının meşrulaştırılması görevini üstleniyor.
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “10 hukukçu arkadaşımı anayasa çalışmaları için görevlendirdim” açıklaması ise sürecin katılımcılıktan uzak ve merkeziyetçi bir biçimde yürütüldüğünü ortaya koyuyor. Anayasayı milletin temsilcileriyle, akademiyle, sivil toplumla birlikte yapmak gerekirken; kapalı kapılar ardında, dar bir danışman çevresiyle hazırlanan metinlerin “milletin anayasası” olarak sunulması inandırıcılıktan uzaktır. Ayrıca, 2017 yılında yapılan ve başkanlık sistemine geçişi sağlayan anayasa değişikliği hâlâ taze bir tecrübe olarak ortadadır. O zaman da halka “istikrar, güçlü Türkiye” vaatleri verilmiş, ancak bu vaatlerin çoğu gerçekleşmemiştir. Bugün yeni bir anayasa önerisi sunuluyorsa, önce o gün verilen sözlerin hesabı sorulmalıdır.
 
Bu ortamda BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş’ın çıkışı, meseleyi berraklaştıran en önemli eleştiridir. Baş, “İlk üç maddeyle problemi olan, yerine ne getireceğini açıkça söylemeli” diyerek meseleyi doğrudan merkezinden yakalıyor. Bu, sadece siyasi değil, aynı zamanda anayasal ve ahlaki bir çağrıdır. Halkın hassasiyetleriyle oynayarak anayasa değişikliği yapılamaz. Bu tür hayati meseleler, muğlak ifadelerle değil; şeffaf, katılımcı ve hesap verebilir bir anlayışla ele alınmalıdır.