Karşılıklı kapasite testi

Bazen savaşlar sadece kurşunla, tankla, füzeyle yapılmaz. Bazen bir ülke tek bir hamleyle hem düşmanını sarsar hem dostlarını birleştirir hem de dünya siyasetinin nabzını değiştirir. İşte yaşanan İran-İsrail-ABD hattındaki çatışma, böyle bir kırılma anıdır.
İsrail, Tahran'ı vurdu. İran, meşru müdafaa hakkını kullanarak Tel Aviv’i hedef aldı. Bu misilleme, sadece füzeyle değil, siyasi ve stratejik anlamda da yüksek sesliydi. Ardından ABD devreye girdi, İran’ın nükleer tesislerine saldırdı. Ancak İran yalnızca sabretmekle kalmadı; ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük askeri üssünü hedef aldı. Ne bir gölge savaştı bu ne de bir gözdağı—bu doğrudan güçlerin birbirini tarttığı, sınadığı bir denklemdi.
Ve bu denklemin kazananı İran’dı.
Çünkü İran, sadece bir ülkeye füze fırlatmadı; bölgede kendisine karşı oluşturulmuş algıyı da paramparça etti. Teknolojik kapasitesi, sahada gösterdiği etkinlik, halkıyla kurduğu bütünleşme ve en önemlisi Çin ile Rusya’nın stratejik desteği… Bunların her biri İran’ın caydırıcılığını pekiştiren başlıklardı.
Ama asıl kart, Hürmüz Boğazı idi. Dünya petrolünün %20’sinin geçtiği bu dar geçit, ABD ve İsrail için sadece bir güvenlik sorunu değil, aynı zamanda bir ekonomik tehdit haline geldi.
Bu çatışmayı anlamak için, 2003 sonrası ABD’nin Ortadoğu’daki askeri müdahaleler zincirini de görmek gerekir. Bu denklemde İran, Lübnan’daki Hizbullah’tan Yemen’deki Husilere, Irak’taki Şii milislerden Suriye’deki rejim unsurlarına kadar geniş bir vekil güç ağı oluşturarak, doğrudan çatışmadan çok jeopolitik satrançla ilerledi. Son süreçte ABD ve İsrail’e karşı, doğrudan askeri varlığıyla müdahil oldu. Bu çatışmada kontrollü müdahale kabiliyetini güçlendirdi.
Burada kazanan İran’dır. Sadece askeri alanda değil; İslami, siyasi ve psikolojik düzlemde de kazanan… Hangi milletten olursa olsun, dünya üzerindeki Müslümanların vicdanında İran, bu mücadelede yalnız kalmadı. Gazze’den İslamabad’a, İstanbul’dan Hartum’a kadar mazlum coğrafyaların duasını aldı.
Bu savaş, devletlerin sadece silahla değil iradeyle de savaştığını gösterdi. ABD’nin “tek kutuplu” dünyayı koruma refleksi ile İran’ın “bağımsız millet” direnci karşı karşıya geldi. Ve şimdi dünya, çok kutupluluğun bir değil birkaç merkezde güç bulduğuna tanıklık ediyor.
Ortadoğu'da harita değişmedi belki ama algı değişti. İran artık sadece bir 'şüpheli aktör' değil; dengeleri belirleyebilen, karşılık verebilen ve bölgesel liderlik taşıyan bir güçtür.
Bu savaşın bir bedeli olduğunu da unutmamak gerek. Savaşın tarafı olmak, İran açısından ciddi bir ekonomik yük getirdi. Saldırıların doğrudan ya da dolaylı etkisiyle yaşanan sivil kayıplar ise hem içeride hem dışarıda insanî duyarlılığı zedeledi.
Bu sadece bir çatışma değil; yeni bir dönemin, yeni bir düzenin habercisidir.
Ve bu sesi, artık herkes duydu.
İşlemlerimiz

