Terörsüz Türkiye mi, Kontrollü Vesayet mi ?

Terörsüz Türkiye mi, Kontrollü Vesayet mi ?

“Terörsüz Türkiye süreci” gündemdeki yerini koruyor. DEM heyetinin İmralı ziyareti, “Öcalan yeniden devrede mi?” tartışmalarını alevlendirdi. Komisyonun İmralı’ya gidişine “yeşil ışık” yakılması, siyaseten barış umudu gibi sunulsa da mesele bir “silah bırakma” değil; devlet otoritesinin testidir. Türkiye, terörle mücadelede sahada kazandığı üstünlüğü masada kaybetmemek zorunda.

DEM Parti heyetinin “hukuksal gerekliliklerin bütüncül biçimde ele alınması” ifadeleri, örgütü siyasallaştırma çabasıdır. Oysa Türkiye’nin terör dosyası, artık iç güvenlik meselesi değil;
Suriye’den Irak’a, Akdeniz’den Kafkasya’ya uzanan bir jeopolitik hattın parçasıdır.
Bugün “PKK silah bırakıyor” cümlesi, yalnızca örgütün değil, onu kullanan küresel güçlerin pozisyon değişimini de ifade eder. Asıl soru şudur: Silahlar mı susuyor, yoksa roller mi değişiyor?
 
Bir kere hukuki boyut olarak Öcalan ile görüşme, “terör suçundan hükümlü bir mahkûmla siyasi diyalog kurulması” bakımından tartışmalıdır. Siyasi olarak ise DEM Parti bu görüşmeyi “demokratik çözüm” olarak sunuyor ancak bu “devlet otoritesinin zayıflaması” anlamına gelmektedir. Toplum ise bu gelişmelere daha farklı yaklaşıyor. Özellikle şehit aileleri dernekleri ve bazı STK'lar tepki açıklamaları yapıyorlar; süreci “geçmişteki çözüm süreci hatalarının tekrarı” olarak görüyorlar.
 
CHP, İmralı trafiğini ve bu diyalog zeminini siyaseten kabul edecek mi ?
Eğer kabul ederse, bu yalnız “muhalefet olarak sürece katkı” değil, aynı zamanda devletin terörle mücadele politikasına yeni bir meşruiyet çerçevesi kazandırma girişimi olarak okunur.
Bunun tarihsel karşılığı ise açıktır: 2013–2015 arasındaki çözüm sürecinde, milli güvenlik çizgisinden sapmanın nasıl sonuçlar doğurduğu hâlâ hafızalardadır.

Dış işleri bakanı Fidan’ın bir vurgusu dikkat çekici: “Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı ittifak alanları inşa ediliyor.” Bu cümle, terörle mücadelenin coğrafyasını genişletiyor. PKK sınırda, YPG Suriye’nin kuzeyinde, ama asıl stratejik kuşatma denizde kuruluyor. Kıbrıs Rum kesimi, Yunanistan, Fransa ve ABD; Kıbrıs çevresinde bir “enerji–güvenlik ekseni” oluşturuyor. Türkiye, kara sınırında kazandığı güvenliği, deniz ve hava sahasında da korumak zorunda.

Silahların susması barış değildir. Eğer süreç, örgütü siyasallaştırıyor, devleti taviz verici bir konuma itiyorsa, o barış kontrollü bir vesayet düzenine dönüşür. Gerçek barış; terörün siyasallaşmadığı, devletin pazarlık masasına oturmadığı, milletin güvenlik duygusunun zedelenmediği bir zeminde mümkündür. Türkiye, 40 yıl sonra aynı tuzağa ikinci kez düşmemelidir.

Bugün Türkiye, terörü sınır ötesine itmiş, içeride güveni tesis etmiş durumdadır. Bu kazanım, sadece askerin değil; milletin, istihbaratın, siyasetin ortak başarısıdır. Bu tabloyu kalıcı kılmanın tek yolu,
terörle müzakere değil, devlet aklıyla rehabilitasyondur. Gerçek barış, devletin gücüyle kalıcı olur; çünkü barış, zayıflığın değil, bilinçli bir iradenin sonucudur.