Yatay Söylem, Dikey Gerçek: Şehir Sözde Kaldı, Takip Yok

Yatay Söylem, Dikey Gerçek: Şehir Sözde Kaldı, Takip Yok

Bu satırları şehirde nefes almaya çalışan milyonların adına yazıyorum. Kâğıt üzerindeki “dönüşüm” makyajı, sokağın yarasını kapatmıyor. Şehir, betonla değil adaletli planlama ile ayakta durur; bu insanın hayatına değmiyorsa yalnız bir harita parçasıdır. 6 Şubat 2023’te 11 ilde yıkım bırakan depremler, “şartname düzgünse sorun biter” kolaycılığını yerle bir etti. AFAD’ın teknik raporları, sahadaki zemin davranışından yapı stokunun kırılganlığına kadar zincirin çok halkalı olduğunu gösterdi. Bu, yalnız güneyin meselesi değil; tüm ülkenin, özellikle de büyükşehirlerin acil gündemidir.

İstanbul’da 1999’da başlayan mikrobölgeleme çalışmalarının mantığı tam da budur: “Her yere aynı reçete olmaz.” Zemin koşullarına göre yapılaşma, afet öncesi planlamanın kalbidir. Mesela zemin kimi yerde 4 kat güvenli iken, kimi yerde 2 kat bile risklidir. Ancak bu haritalar, doğru okunursa ve gereği yapılırsa hayat kurtarır; okunmazsa raf süsünden öteye geçmez. Ama bizde işler çoğu kez farklı ilerliyor. “Kentsel dönüşüm” denince akla hâlâ tek formül geliyor: Yık ve yeniden yap.
Oysa yıkarken de yaparken de mahalle mağdur. Toz, gürültü, moloz, bozuk yollar, trafik kilidi, bozulan altyapı ve ortadan kalkan kurallar… Tam sokak biraz nefes aldı, “artık düzeldi” deniyor; bu kez yan sokakta yeni bir yıkım başlıyor. Dönüşüm bir yaşam döngüsüne değil, bitmeyen bir şantiye düzenine dönüşüyor.

Oysa kentsel dönüşüm, bir fırsata çevrilebilir. Bir şehrin kimliği, bu süreçte yeniden tasarlanabilir.
Eğer planlamanın merkezine yalnız “arsa değeri” değil, insanın hayat kalitesi konursa, dönüşüm bir rant değil, bir medeniyet inşası olur. Bu noktada çağdaş şehircilik literatüründe öne çıkan “15 Dakikalık Şehir” yaklaşımı önemli bir rehberdir. Bu model, bir kişinin günlük temel ihtiyaçlarını —alışveriş, eğitim, sağlık, iş, dinlenme, ulaşım gibi— evinden 15 dakika yürüyüş, bisiklet ya da toplu taşımayla karşılayabileceği bir şehir düzeni kurmayı hedefler. Paris’ten Melbourne’e, Ottawa’dan Seul’e kadar birçok kent bu anlayışı planlamasına entegre etti. Amaç, insanı araçtan kurtarmak; arabayı değil, adımı merkeze almaktır.

Peki bizde neden olmuyor? Cumhurbaşkanı Erdoğan defalarca “dikey şehircilik insanı boğuyor, yatay mimariyi esas almalıyız” dedi. Bu, modern şehircilik literatürüyle de uyumlu, doğru bir uyarıydı. Ama söz orada kaldı; uygulama gelmedi. Neden? Çünkü bu anlayışı sürdürecek planlama iradesi, denetim disiplini ve siyasi kararlılık gösterilmedi. Çünkü rant, hâlâ insanın önünde duruyor.
Yatay şehircilik yalnız bina yüksekliğiyle değil; eşitlik, erişim, adalet ve planlama ahlakı ile mümkündür. Siz katı düşürseniz bile, ihale sistemi aynı kalıyorsa şehir yine dikeyleşir:
Kağıt üzerinde yatay, ama zihniyette rant dikeydir.

Kentsel dönüşümde ilk etapta iki temel sorun vardır: Birincisi, insanları yerinden etmenin maliyeti sadece taşınma ücreti değildir; işini, okulunu, komşuluğunu, gündelik bakım ağını (yaşlı–çocuk) koparmaktır. Kira şokları ve uzun şantiye dönemleri, dönüşümü güvenlik projesinden bir geçim krizine çeviriyor. İkincisi, orta ölçekli planlarda en çok kısılan kalem, sosyal altyapıdır: okul, sağlık ocağı, yeşil alan, kültür–spor birimleri… Oysa plan hiyerarşisinin (25 bin, 5 bin, bin) her basamağında bu donatılar zorunlu ve yerinde karşılanmalı. “Sonra bakarız” denilen her metrekare, ileride trafik, ısı adası ve sel olarak geri döner. Yeni akademik çalışmalar, dönüşüm bölgelerinde mekânsal standartların düşürülmesinin kamusal hayatı zayıflattığını ve eşitsizlik ürettiğini gösteriyor. Bugün kentsel dönüşüm projelerinde yerinde yaşam ilkesi hâlâ kâğıt üzerinde. Rezerv konutlar uzak bölgelerde inşa ediliyor; insanlar köklerinden kopuyor. Oysa şehir, insanın hafızasıyla yaşar. Mahalle bir “mimari parsel” değil, bir aidiyet alanıdır.

Şu soruyu yüksek sesle sormak zorundayız: “Millete hizmet etmeyenler, kime hizmet ediyor?”
Dönüşümün sonunda kim daha güvende? Kim evine daha erişebilir? Kim sosyal hayata daha yakın, afet anında daha hazırlıklı? Cevap “vatandaş” değilse, ihalenin parlaklığının anlamı yoktur. Şehir, “tek seferlik ihale geliri” için değil; uzun ömürlü insan hayatı için kurulur. Depremi durduramayız; ama yıkımı azaltabiliriz. Bunu da yalnızca betonla değil, adaletli planlama ile yapabiliriz.
Mikrobölgeleme haritası kadar, mahallenin hafızası da kıymetli; rezerv konut kadar, yerinde yaşam esastır. Yürünebilir okul yolu, gölgeli bir park, erişilebilir sağlık ocağı… Bunlar lüks değil, hayat hakkıdır. Şehri, insanın gündelik ömrüne yaklaştırdığımız gün, “kentsel dönüşüm” kelimesi dosyalardan çıkıp sokakta karşılığını bulacak. O gün gelinceye kadar şu soruyu diri tutalım:

Millete hizmet etmeyenler, kime hizmet ediyor?