Yokluktan Destana: 30 Ağustos’un Sırrı

Yokluktan Destana: 30 Ağustos’un Sırrı
Zafer Bayramı’nı anlayabilmek için yalnızca o günün askeri başarılarına değil, dönemin bütün koşullarına bakmak gerekir. Çünkü 1922 yazında Anadolu, sadece cephede değil, hayatın her alanında varoluş mücadelesi veriyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıntıları arasında kalan Anadolu, siyasi ve ekonomik bakımdan harap durumdaydı. Devletin hazinesi boştu, köylerde yiyecek ekmek dahi bulunmaz olmuştu. Askerin ayağında çoğu kez ayakkabı yoktu, cephane yetersizdi. Halk, yokluk içinde fakat büyük bir fedakârlıkla mücadeleye omuz veriyordu.
Bu noktada Kastamonulu Şerife Bacı’nın hikâyesi her şeyi özetler. İnebolu-Ankara yolunda kağnısıyla cephane taşıyan Şerife Bacı, kışın dondurucu soğuğunda mermilerin ıslanmaması için bebeğinin üzerindeki örtüyü alıp cephaneye örttü. Bebeği soğuktan şehit oldu ama mermiler kurtuldu. İşte bu özveri, zaferin arkasındaki görünmez kahramanlıktır.
Atatürk’ün en zor günlerde dahi millete duyduğu güven, 30 Ağustos Zaferi’nin en büyük sırrıdır. Onun, “Arkadaşlar! Gidiniz Toros Dağları’na bakınız. Eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, biliniz ki bu milleti hiçbir kuvvet yenemez.” sözü, bu güvenin en veciz ifadesidir. Yörük çadırı, Türk milletinin en sade hâliyle bile varlığını ve direncini simgeler. 30 Ağustos Zaferi’nden sonra Atatürk, bu zaferi yalnızca bir askeri başarı değil, milletin hürriyet ve istiklâl azminin eseri olarak nitelendirmiş, “Bu zafer, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl fikrinin ölümsüz bir abidesidir.” diyerek milletin fedakârlığını ve iradesini zaferin asli unsuru olarak göstermiştir.
Mondros Mütarekesi’nin ardından Anadolu’nun dört bir yanı işgal edilmişti. Doğuda Ermeniler, güneyde Fransız ve Ermeni birlikleri, İstanbul ve Boğazlarda İngilizler, Batı’da ise Yunan ordusu İzmir’den içlere doğru ilerliyordu. Ancak 1921’e gelindiğinde doğu ve güney cephelerinde kazanılan başarılar ve imzalanan Moskova, Kars ve Ankara Antlaşmaları sayesinde bu bölgelerde sükûnet sağlanmıştı. Vatanın kaderini belirleyecek asıl savaş Batı Cephesi’nde yoğunlaşıyordu. İşte bu şartlarda Mustafa Kemal Paşa, 5 Ağustos 1921’de TBMM tarafından Başkomutan seçildi.
Atatürk’ün ilk icraatlarından biri, Tekâlif-i Milliye emirleri oldu. Halktan, askerin ve savaşın ihtiyaçlarını karşılamak üzere “borç” adı altında malzeme toplandı. Bu kararlar, milletin topyekûn seferberliğinin simgesi haline geldi. Sakarya Meydan Muharebesi ile düşmanın ilerleyişi durduruldu. 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz başladı. 30 Ağustos’ta Başkomutanlık Meydan Muharebesi kazanıldı, düşman ordusu imha edildi. Ardından 1 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa, ordulara tarihi emrini verdi: ‘Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri! Düşman ordusu perişan edildi, Anadolu’nun kapıları ebediyen Türk milletine açıldı.
30 Ağustos yalnızca bir askeri zafer değildir. O, Mustafa Kemal Atatürk’ün duasıdır; Türk milletinin bağımsızlık ruhunun tecellisidir. Haydar Baş Hocamızın ifadesiyle, onun üzerinde Ehl-i Beyt’in eli vardır. Çünkü Atatürk hayatı boyunca girdiği bütün savaşları kazanmış bir asker ve eşsiz bir strateji dehasıdır. Bu zafer, milletin özverisiyle birleştiğinde ortaya çıkmıştır. İlelebet payidar kalacak olan Cumhuriyetimizin en büyük teminatı da işte bu ruhtur. Bugün, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 103. yıldönümünde, Anıtkabir’deki ziyaretler ve yurt çapındaki törenler bu bilincin ne kadar diri olduğunu gösteriyor. Biz de BTP olarak, Genel Başkanımız Hüseyin Baş Bey’in katılımıyla bu bayramı büyük bir coşkuyla kutladık. Çoluk çocuk, genç yaşlı demeden aynı duygu atmosferini yaşadık.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın ifade ettiği gibi, “Milli bayramlarını kutlamayanlar, dini bayramlarını da kutlayamazlar.” Çünkü millet olma şuurunu veren, bağımsızlığı koruyan, bayrak ve vatanı var eden bu zaferlerdir. 30 Ağustos’u idrak etmek, yalnızca geçmişi hatırlamak değil; dini ve milli bütün değerlerimizi yaşatmanın da ön şartıdır. 30 Ağustos, yalnızca geçmişin değil, geleceğin de teminatıdır. Çünkü Türk milleti, bağımsızlığından asla vazgeçmeyeceğini, tarihe kanıyla, canıyla yazmıştır. 30 Ağustos, Türk milletinin geleceğe dair en büyük teminatıdır.
Ne mutlu Türk’üm diyene!
İşlemlerimiz

