YENİDEN UYANAN KUVA-YI MİLLİYE RUHU

Bir bakıma tarih, o milletin hafızası hükmündedir. Tarihini bilmeyen veya tarihinden gereken dersi çıkartamayan milletler, hatalarını tekrarlamak;“Tarih tekerrürden ibaret” olduğuna göre; hatalarını da tekerrüren yaşamak zorunda kalırlar.
İlk öğrenim, ortaöğrenim derken yüksek tahsilimizi de tamamladık. Geriye dönüp bakıyorum; tarih dersini sever miydim, veya tarih dersinde bize ne öğretildi, diye. üzülerek ifade edeyim ki, tarih dersine karşı özel bir ilgim yoktu. Çünkü tarih dersini bir ezber dersi olarak algılamıştık. Tarih denince aklımıza gelen: hangi devlet, hangi devletle nerede, ne zaman savaştı; ordular kaç kişiydi?
Oysa savaşların, barışların sebebi, stratejileri, sonuçları; geçmiş ve gelecekle ilgileri; bunların hiç birinden bahsedilmezdi. Kısacası tarih bilinci bize hiç verilmedi. İşin garip tarafı İstiklal savaşlarını, Büyük Taarruz, Dumlupınar, Çanakkale Savaşlarını okul yıllarında değil de; çok muhterem üstadım Prof. Dr. Haydar Baş Beyefendiyi dinleyerek öğrendim. öğrendikçe tarihe olan ilgim, sevgim arttı. Şimdi çocuklarıma tarihten bahsediyorum; tarih bilinci vermeğe çalışıyorum. Eğitimci arkadaşlarıma konuşurken rica ediyorum; biz kaçırdık, aman genç nesil bu hazineden mahrum büyümesin diyorum.
“Haftanın Sohbeti” programında Prof. Dr. Haydar Baş Beyefendiyi izledim. Bu haftaki sohbet buram buram tarih kokuyordu.
26 Ağustosun Türk tarihinde emsalsiz bir yeri vardır. 26 Ağustos 1071 de Bizans ordusu ile Büyük Selçuklu ordusu Malazgirt'te karşılaşmışlardır. Bizans ordusu, Haçlı ordusuydu. Bir çok milletten meydana geliyordu. Savaş sonunda Alparslan'ın komutasındaki Türk'ler Haçlı ordusunu darmadağın ederek; Müslüman Türklere Anadolu'nun kapısını açmışlardır.
26 Ağustos1922 de ise Atatürk komutasındaki ordularımız düşman birliklerine karşı taarruz başlatmışlardır. 30 Ağustosta Dumlupınar'da Yunan ordusunun morali tamamen bozulmuştur. “Türk orduları ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri” komutundan sonra 9 Eylül tarihinde körfeze kadar ilerleyen birliklerimiz büyük zafer kazanmışlardır.
Prof. Dr. Haydar Baş her iki taarruzunda Türk kimliğini, milli benliği; vatanın bölünmez bütünlüğünü korumak için yapıldığını anlattılar. Dün Alparslan tarafından ortaya konan mücadele ile, Atatürk tarafından ortaya konan mücadele ruhunun aynı olduğunun altını çizdiler. Her ikisindeki ana nüktenin de “istiklali, istikbali, koruma ve kurtarma; vatanın bölünmez bütünlüğünü, milli kimliği devam ettirme mücadelesi” olarak belirttiler.
Günümüzdeki misyoner faaliyetlerine de değindiler. Bilindiği gibi batılılar, kendi ülkelerinde herhangi bir din kaygıları olmadığı halde; ülkemizde Hıristiyanlaştırma çalışmaları yapmaktadır. Bunun sebebi topla tüfekle alamadıkları ülke topraklarımızı elimizden almaktır. İnsanımızın dini, milli kimliği elinden alınarak Türklüğü unutturulmağa ve güya aslı olan Rumluğu, Ermeni, Bizans olduğu hatırlatılmağa çalışılmaktadır. Bu çalışmanın adı bazen “İnanç turizmi” olabilir, bazen “dinde reform” bazen de başka bir etkinlik olabilmektedir.
İşte bugünde, dün gibi Kuvay-i Milliye ruhuna ihtiyaç vardır.
Nedir Kuvay-i Milliye ruhu?
Prof. Dr. Haydar Baş, Kuvay-i Milliyenin, “milletin ruhu” olduğunu belirttiler. Milletlerin de benliği olduğunu anlattılar. “İstiklal ve istikbalini teminat altına almak için benliğin, ruhun, halkın uyanması; beraberce bir araya gelmesi ve şahlanması” olarak vasfettiler, Kuvay-i Milliyeyi.
Bir kez daha anlaşılıyor ki, haçlı seferleri durmamıştır, durmayacaktır. Bize düşen ise tarihimizi çok iyi öğrenmemizdir. Milli benliğimize sahip çıkmamızdır.
Tarihimizi öğrenmez, milli kimliğimize ve benliğimize sahip çıkmazsak, akıbet bizim için hiç de hoş görülmemektedir. Görülmemektedir, çünkü AB süreciyle birlikte milli kimliğimizden verilen ve verilmekte olan tavizlerin haddi hesabı yoktur.
ülke olarak tarihi bir dönemeçten geçtiğimiz şu günlerde, yeniden bir Kuvay-i Milllliye ruhuna ihtiyaç vardır.
Millete ait bu ruhun, her geçen gün daha çok uyandığını müşahede etmek; milletine aşık insanlarımızı sevindirmektedir.